GizemceKeşiflerTravel & Food

Likya Yolu’nda 5 Gün: Üzümlü İskelesi-Aperlai 4. Gün

Likya Yolu’nun en kolay parkurlarından birini anlatmaya geldi sıra. Minnoş minnoş patikalardan yürüyeceğiniz, bol deniz manzarasına sahip bu parkurda tek sorun yerlerdeki minik taşlar olacak. Özellikle sıcak bir güne denk getirmemenizi tavsiye ederim çünkü gölgesinde dinlenebileceğiniz uzun ağaçlardan pek bulunmuyor bu coğrafyada. Biz Mayıs ayının ilk günlerinde yürümemize rağmen özellikle öğlen saatlerinde ciddi bir sıcağa maruz kaldık. Nisan ayının ortalarında yüründüğünde bence bu parkur tadından yenmez. Yerdeki taşlar için de maalesef yapılabilecek pek bir şey yok. Likya Yolu ile tamamen uyumlu bir ayakkabı giyinmemize rağmen ayaklarımızın ağrısından günün sonunu zor getirdik.

Likya Yolu için yazdığım tüm yazılarıma buradan, Youtube’da yayınladığım Vlog’a buradan ve aşağıdaki eklentiden kolayca ulaşabilirsiniz. Görsel ve anlık detay sevenler için de Instagram’dan da paylaştığım hikaye serisini buraya bırakıyorum.

14 kilometrelik yolumuza sabah 9:30’da başladık. Konakladığımız otel biraz tepede kaldığı için bir önceki gün çıktığımız asfalt yokuşu sabah inmemiz gerekiyordu. Otel sahipleri ile konuşurken yokuştan farklı olarak ağaçların arasından Likya Yolu’na bağlanabileceğimiz alternatif bir yol olduğunu öğrendik. Hem süre olarak daha kısa hem de yokuş olmadığı için bize oldukça cazip geldi. Hatta yürüyüşçülerin Likya Yolu’na rahat bağlanabilmesi için yolu mavi boyalarla da işaretlemişler. Kırmızı-beyaz işaretlere ulaşmak için mavi işaretleri takip ettik bir süre.

Sahile ulaştığımızda kırmızı-beyaz işaretleri de görmeye başladık. Bu iki işaretin (mavi ve kırmızı-beyaz) kesişim noktasında (sahilde) bir adet palmiye göreceksiniz. Bu palmiye bu rotanın meşhur noktalarından biri. Adı “yalnız palmiye” olarak nam salmış çünkü kendisi zeytin ağaçlarının arasında tek başına tam olarak sahilin kenarında konumlanmış durumda. Oldukça büyük olan gövdesi köklerinin sağlam olduğunun kanıtı. Sevgili palmiyemizin yalnızlığını biraz olsun dindirmek için minik bir selam vererek geçmeyi atlamayınız lütfen.

Doğayla iç içe bir kaç gün geçirince böyle ağaca, çiçeğe, böceğe daha bir dikkatli bakmaya başlıyorsunuz. Onların dillerinden ruhlarından anlamayı gerçekten çok isterdim. Hazır doğayla bu kadar iç içeyken bu rotada palmiyeden hemen sonra Uğur kocaman siyah bir yılan gördü (ben bakamadım). Bu canlı halde gördüğümüz ilk büyük yılandı ve büyük bir çalılığın içinde, hemen yürüdüğümüz yolun yanındaydı. Kim bilir böyle kaç tanesinin önünden geçip gittik farketmeden. Genel olarak yılanlar bu parkurda en az zarar verecek canlılardan biri çünkü sizinle pek ilgilendikleri söylenemez. Sadece mola verdiğiniz zaman oturduğunuz yere dikkat etmenizi tavsiye ederim. Sadece yılanlar için değil, zehirli tırtıllarla, çeşitli böceklerle vs temas etme ihtimaliniz yüksek. Sonuçta doğanın tam olarak kalbindesiniz. Bizim başımıza bu anlamda kötü herhangi bir şey gelmedi (sadece bir sonraki parkurda minik bir macera yaşadık hayvanlarla, o da bir sonraki yazının sürprizi olsun).

Toprak yolun bitiminde asfalta ulaşıyorsunuz ve uzun bir süre asfalttan devam ediyorsunuz. Bu asfalt yürüyüşü tam öğlen saatlerine denk geldiği için sıcaklık anlamında en zorlayıcı nokta burasıydı. Asfalttan size katlanarak yansıyan ısıyla yürümek ve çok az ağaç gölgesinin olmasına kendinizi hazırlamasınız. Tabi Mayıs ayından önce yürürseniz bizim kadar sıcak bir hava olmayacağı için daha rahat edebilirsiniz. Boğazcık’a kadar bu asfalttan devam edip Bozağcık’ta uzun bir mola verdik.

Öğlen sıcağını kısmen atlattıktan sonra yeniden yola koyulduk. Yürüyüşe başladıktan kırk dakika kadar sonra Apollonia isimli bir antik kent ile karşılaştık. Antik kent konum olarak biraz tepede kalıyor ve tam olarak harabe olarak göründüğü için tepeye tırmanıp yeniden yola ineceğimiz vakti Aperlai’de geçirmeye karar verdik. Bu antik kente gitmeyi düşünürseniz yolunuz 1 saatten fazla uzayacak, aklınızda bulunsun. Ayrıca Aperlai’ye doğru ilerlerken bir çok antik kalıntı ile karşılaşacağınızın garantisini verebilirim.

Saatlerimiz 16:30’u gösterdiğinde Aperlai’ye vardık. Aperlai’ye yaklaştığınızı artan antik kalıntılardan anlayabilirsiniz. Aperlai’de de ayrıca bir antik kent mevcut. Bu rotadaki antik kentler bilinen meşhur antik kentler gibi korunaklı, girişi ücretli, aktif olarak araştırma yapılan antik kentlerden değil. Daha çok yol üzerinde serpiştirilmiş görüntüsü veren antik kalıntılar olarak düşünebilirsiniz.

Aperlai denize karşı kurulan minik bir köy. Burada denize girmeyi düşünüyorduk ancak pek bizim sevdiğimiz tarzda bir deniz ile karşılaşamadık. Oldukça sığ bir denizi var ve daha çok nehir görünümünde olduğu içi deniz keyfini bir sonraki güne bıraktık.

Burada daha çok ıssızlığın içine kurulmuş olan bu köyde doğanın sesini dinlemeyi tercih ettik. Issızlığın içine kurulduğunu söylerken ciddiydim. Bu köyün karadan araç bağlantısı bulunmuyor. Likya Yolu’ndan yürüyerek ya da tekne ile ulaşabiliyorsunuz.

Köyde konaklayabileceğiniz iki adet işletme bulunuyor. Biz Purple House’u tercih ettik. Sahipleri buradaki her şeyi elleriyle yapmış. Kendi evlerinden konaklama yapılan kulübelere, elektrikten suya, bahçeden kamp alanına kadar hepsi ile kendileri ilgileniyorlar. Doğanın tam olarak içinde ful modern bir hayat yaşama beklentisi ile buraya gelmemenizi tavsiye ederim. Mesela bizim kaldığımız kulübede elektrik olmadığı için lambamız yoktu, telefonlarımızı powerbank ile şarj ettik. Sadece uyumak için başımızın üzerinde bir çatı aradığımız bir gün olduğu için bunların hiç birini önemsemedik. Yediğimiz içtiğimiz her şey çok lezzetliydi, sahiplerinin güler yüzü ve hoş sohbeti de buna eklenince kalan hiç bir şeyi gözümüz görmedi. Kulübede konaklamaya kahvaltı dahil, akşam yemeği hariç fiyatı 500 TL‘ydi. Bahçe içinde kamp yapabileceğiniz bir alan bulunuyor. Ortak tuvalet ve duş alanı da mevcut, kamp yapmak isteyenlerin aklında olsun.

Her ne kadar kolay bir parkur olduğunu söylesem de günün sonunda pert olan ayaklarımızı dinlendirmekten başka hiç bir şey düşünemiyorsunuz. Özellikle günler ilerledikçe ayaklarınızda artan yaralar ciddi anlamda zorlamaya başlıyor. Ama mental olarak o kadar keyif alıyorum ki bu yolu yürümekten dönüp geriye her baktığımda “İyi ki yapmışım.” diyorum.

Bir sonraki yazı Likya Yolu maceramızın şimdilik son yazısı olacak. Henüz yürümediğimiz çok parkur olduğu için ilerleyen yıllarda buraya yeni bir yürüyüş için vakit ayırma planlarımız var. Bakalım yeniden ne zaman buluşabileceğiz kırmızı-beyaz işaretlerimizle.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Yorum Yapabilirsiniz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum